İki gün sürecek olan “Uluslararası İlkeler ve Toplu Sözleşme Uygulamaları Bakımından Türkiye’de Kamu Görevlileri Sendikacılığı Sempozyumu”nun açılış programı, Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, Memur-Sen ve Bağlı sendikaların yönetim kurulu üyeleri, uluslararası çalışma hayatı uzmanları, araştırmacılar ve sendikacıların iştirakiyle, Kızılcahamam’da gerçekleştirildi. Açılış programının ardından, sempozyum, "Dünya Çalışma Normları, Saygın İş ve Sendikacılık paneliyle devam etti.
Memur-Sen Konfederasyonu tarafından düzenlenen ve kamu sendikacılığı üzerine görüş, öneri ve incelemelerin gerçekleştirileceği, “Uluslararası İlkeler ve Toplu Sözleşme Uygulamaları Bakımından Türkiye’de Kamu Görevlileri Sendikacılığı Sempozyumu” yoğun katılımla Ankara Kızılcahamam’da başladı. Yoğun katılımın olduğu programda, kamu sendikacılığı üzerine istişareler gerçekleştirildi. Program, açış konuşmalarıyla başladı. Burada bir konuşma gerçekleştiren Yalçın, emeğin, insanın varoluşsal eylemi olduğunu belirterek, emeğe değer vermek insan onuruna saygı duymanın mutlak gereği olduğunu vurguladı. Program daha sonra, "Dünya Çalışma Normları, Saygın İş ve Sendikacılık" konulu 1. Oturumu ile sürdü. Oturumun panelistliğini Çalışma Genel Müdürü Nurcan Önder, Çalışma Hayatı Uzmanı Tarkan Zengin, Hak-İş Genel Sekreteri Osman Yıldız, MATICA Konfederasyonunun Genel Koordinatörü ve Hırvatistan Öğretmenler Sendikasının Genel Başkanı Sanja Sprem ve moderatör Doç. Dr. Erdinç Yazıcı yaptı.“Hak ve Menfaatlerdeki Ortaklık, Bilgide, Eylemde ve Hedefte De Kendini Göstermeli” diyen Yalçın, sendikal mücadelenin mevcut durumunu birlikte ortaya koymalı, Sendikal hakların geleceğini, Sendikal mücadelenin gelecekteki yönü ve yöntemleri, Toplu sözleşme hakkının ve uygulamaların ideal çerçevesini birlikte tartışmalıyız. Bilgi, değer, eylem ve hedeflerimizde ortaklaşmadıkça; emek mücadelesinde varacağımız nokta, olması gerekenin uzağında, beklentilerin gerisinde kalacaktır. Bu nedenle, sendikal zeminde teoriye ve pratiğe yön verenler, bilgilerini, eleştirilerini, değerlendirmelerini, gelecek öngörülerini karşılıklı paylaşmak ve “en iyisini yapmak ve daha doğrusuna ulaşmak” hedefi üzerinden tartışmak sorumluluğuyla hareket etmeliler” diye konuştu.
Sempozyumu Sendikal Sorumluluk, Sonuçlarını Sendikal Ufuk Olarak Görüyoruz
Sempozyumun sonuçlarını sendikal ufuk olarak gördüklerini belirten Yalçın, “Bu sorumlulukla, Uluslararası ilkeler, ulusal mevzuat ve mevcut uygulama örnekleri üzerinden Türkiye’de kamu görevlileri sendikacılığına ve toplu sözleşme hakkına dair teorik ve pratik düzlemi tartışmayı amaçladığımız “Uluslararası İlkeler ve Toplu Sözleşme Uygulamaları Bakımından Türkiye’de Kamu Görevlileri Sendikacılığı” sempozyumumuza hoş geldiniz. İki gün sürecek sempozyumda, her biri kendi alanının öncüsü değerli akademisyen, bürokrat ve sendikacılarımızın yaklaşımlarını ve gelecek okumalarını dinleme imkanı bulacağız. Kendi ülkelerindeki uygulamalar üzerinden sempozyuma önemli bir katkıda bulunacağına inandığımız yurt dışından misafirlerimiz de aramızdalar. Sudan, Azerbaycan, Hırvatistan, Cezayir, Malezya ve Senagal’den davetimize olumlu cevap vererek bizi onurlandıran değerli sendikacı dostlarımıza da hassaten hoş geldiniz demek istiyorum” diye konuştu. Yalçın sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Memur-Sen’in tarihinde mümtaz bir sayfa olarak yer alacağına inandığım özel bir gün yaşıyoruz. Bugün sabah, başbakan Sayın Binali Yıldırım ve bakanların katılımıyla gerçekleştirdiğimiz açılış programıyla Kurucu Genel Başkanımız Mehmet Akif İnan’ın adını taşıyan vakfımızın hizmet binasının açılışını gerçekleştirdik. Bu vakıf, ömrünü, insani değerlere, adil dünya arayışına, insanlığın barışına, emeğin değerinin korunmasına vakfetmiş Mehmet Akif İnan’ın sadece adını yaşatmak için kurulmadı. Aynı zamanda, sendikal zeminde erdemli duruşu simgeleyen bir aksiyoner fikir adamının fikri ve fiili düzlemdeki emanetini geleceğe taşıyacak faaliyetleri gerçekleştirmek amacıyla kuruldu. Vakfımızın hizmet binasının açılışını yaptığımız gün, kamu görevlileri sendikacılığının geleceğine yön verecek, toplu sözleşmeye dair sorunların çözümüne zemin oluşturacak bir sempozyumun da açılışını yapıyoruz. İnsanlığa hizmet edecek, emek mücadelesine katkı sağlayacak bu iki faaliyetimizin ülkemize ve insanlığa, emeğe ve emekçilere hayırlı olmasını diliyorum.”Emeğe Değer Vermek İnsan Onuruna Saygı Göstermek İçin Ön Şarttır
Emeğin, insanın varoluşsal eylemi olduğunu belirten Yalçın, emeğe değer vermek insan onuruna saygı duymanın mutlak gereği olduğunu belirtti. Yalçın, “İnsanlık tarihi de birikimi de emeğin ürünüdür. Sendikal tarihçeyi sanayi devrimiyle başlatan tarihe karşın, sanayi devriminden önce emeğin korunmasına, emekçilerin emeklerinin karşılıklarını almasına dönük her eylemi de sendikal eylem olarak literatüre almak gerekiyor. Öte yandan sendikal örgütlenmenin, sanayi devrimiyle form kazanan “işçi hareketleri” ve “işçi sınıfı”nın sanayi devriminin ürettiği sömürü ve mağduriyetlere karşı geliştirdiği bilinç ve tepkinin ürünü olması nedeniyle, sendikacılık bir inşa zemini olarak değil bir tepki kulvarı olarak hayat bulmuştur. Emek bilincinin oluşmaya, emek örgütlenmesinin artmaya başlamasına bağlı olarak çalışanlar, emekçiler; demokrasiden, özgürlük alanına, ekonomiden, diplomasiye hemen her alana ilgi duymaya ve etki üretecek kapasite oluşturmaya gayret ettiler. Böylece daraltılmış sendikal mücadele arkı, emperyal düzene ve kapitalist akla karşı direnç ve dirayet üretilen geniş bir kulvara dönüşmüştür. “Demokratik düzen olmazsa sendikalar ayakta kalamaz” denilen günlerden, “Sendikalar ve sivil toplum örgütlerinin var olmadığı bir zeminde, demokratik düzen kurulamaz” ilkesinin vakıa olarak yaşandığı bir döneme geldik. Bu yönüyle sendikaları, “adil dünya, evrensel barış ve küresel refah mücadelesinin vazgeçilmezleri” olarak tanımlamak gerekiyor. Şüphesiz sendikacılık bir muhaliflik zeminidir. Ancak sendikalar ve sendikacılar, işverenlerin, sermayenin düşmanı, işveren sıfatına sahip olması üzerinden devlet karşıtı olmamalıdır. Bu muhalifliğin temelinde sermaye, işveren veya devletin soyut kimlikleri değil somut eylemleri veya bu eylemlere yön veren ideolojileri yer almalıdır. Nitekim sendikacılık, birlikte yaşamanın, adil paylaşım esaslı demokratik, özgür bir düzende, bir arada olmanın mücadelesini vermektir” ifadelerini kullandı.Emeğin Evrensel Mesajı “Dünya 5’ten Büyüktür, Emek Sermayeden Değerlidir” Olmalı
Yalçın, “Bu mücadele, yerel ya da bölgesel perspektifle yürütüldüğünde sadece yerelde katkı sağlayacaktır fakat insanlığa dair birikim oluşturamayacaktır. Bu nedenle, tıpkı sermaye bilincinin kendilerini güçlü kılacak küresel düzen oluşturması gibi emek kesimi de, dünyanın bütününü esas alan bir perspektifle hareket etmeli. Buradan kastım, İLO gibi üçlü yapının, sosyal diyalog mekanizmasının bütün taraflarının temsilinin esas alındığı hakem örgütler, uzlaşma ve ortaklaşma noktasında ilkeler belirleyen aidiyet dışı yapılar değil. Kaldı ki, yapısı ve işleyişi itibariyle emeği önemseyen fakat öncelemeyen, önceleme yetisi bulunmayan/bulunmaması dagereken bir yapıdan bahsediyoruz. Elbette, İLO’nun denetim mekanizmaları, doktriner birikimi, ilkeleri ve kurumsal çabaları hem emekçiler hem de sendikal örgütler için çok önemli. İLO, adil ücret, saygın iş müktesabatı oluşturma çabasını yeterli görebilir. Biz, ise emeğimizin karşılığının hak olarak görülmesi, emeğe değer, işe ücret verilmesi anlayışının hakim olması gerektiğini savunuyoruz. İLO’dan bu neviden bir sözleşme metni vazetmesini beklemek yanlış olur. Bunu sağlamak için kapitalist çarka karşı direnmesi gereken biziz. “Dünya, 5’ten büyüktür” söylemi gibi evrensel düzeyde bir mesajı sendikal örgütler olarak bizim de üretmemiz gerekiyor. Benim önereceğim motto şudur: “Dünya 5’ten büyük, emek sermayeden değerlidir” diye konuştu.
Türkiye’de Sendikal Mücadele, Siyasi Tarihin Defoları Yüzünden Geç Başlamıştır
Türkiye’de özellikle kamu görevlileri sendikacılığının tarihinin çok eskiye dayanmadığını söyleyen Yalçın, “Hatta sendikal alanda ölüp dirilme eylemlerini içeren ilginç tarihi eşikler var. Darbeler, muhtıralar, açık ve gizli vesayet dönemleri, sendikaların kurulmasını, yaşamasını, etkinlik alanını büyütmesini engellemiştir. Türkiye’de kamu görevlileri sendikacılığının anayasal çerçevesi 22 yıllık, yasal çerçevesi ise 17 yıllık bir geçmişe sahip. Anayasasıyla, “çalışanlar” ifadesi kullanılmak suretiyle Anayasa içeriğinde kamu görevlilerine de sendika kurma hakkı tanındı. Toplu sözleşme ve grev hakkı olmaksızın, 24 sayılı Devlet Personel Sendikaları Kanunu ile ikincil mevzuat da yürürlüğe konuldu. 12 Mart 1971 muhtırasıyla, sendikal hakların kullanımına ara, kamu görevlileri sendikalarının varlığına son verildi. O tarihten sonra da 1995 yılına kadar yasal dayanağı olan kamu görevlileri sendikacılığı alanı oluşmadı. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında cuntanın ve darbe anayasasının ruhunun hakim olduğu dönemde kamu görevlileri sendikal haklardan yararlanamadılar” şeklinde konuştu.
Buna karşın, sendikal aksiyonerlerin uluslararası sözleşmeler ve AB normları üzerinden fiili durum oluşturarak, sendikal örgütler kurmaya başladıklarını sözlerine ekleyen Yalçın, “Memur-Sen’de de bu hamle, Eğitim-Bir-Sen’in 1992 yılında M.Akif İnan’ın öncülüğünde kurulmasıyla gerçekleşti. Memur-Sen’in soylu mücadelesi, bugün 1 milyonu aşan üyesi, 11 hizmet kolundaki yetkisi ve Türkiye’nin en büyük konfederasyonu sıfatıyla devam etmektedir” ifadelerini kullandı.Vesayet Sistemi Bitti Fakat Sendikal Alana Dair Vesayet Dönemi Vehimleri Etkinliğini Yitirmedi
Yalçın konuşmasında 4688 sayılı kanunun ilk haline değindi. Yalçın, “Sendikaların temel vasıflarını, varoluşsal niteliklerini yok sayan hükümlerin yer aldığı 4688 sayılı Kanunun ilk hali; örgütlenme yasakları, toplu pazarlık hakkı yoksunluğu ve grev hakkına ilişkin tek cümle olmaması ile malüldür. Yasaklara rağmen hatırı sayılır üye sayısına ulaşan kamu görevlileri sendikalarının fikirlerinin dikkate alınmadığı bir zeminde çıkarılan Kanun; toplu pazarlık yerine toplu görüşmeyle, çoğu kamu görevlisine yönelik örgütlenme yasağıyla sendikal alanı genişletmemiş aksine vasatında altında bir dar eşik oluşturmuştur. 4688 sayılı kanun varlığı önemli, içeriği yasaklarla dolu bir kanun olarak yürürlüğe girdi. Hükümlerinin doğurması, bağlayıcı olması ve siyasi iradenin onayına bağlı tutulan toplu görüşme düzeneği; sendikaların kararlılığı, kamu görevlilerinin etkili desteğiyle onuncu yılını göremedi. Bunda hiç şüphesiz, kamu görevlileri sendikacılığı alanında, çok kısa süre içerisinde %50 ve %60 oranlarında sendikalaşma düzeyine ulaşmanın etkisi vardır. Örgütlenmeye ve üyeliğe ilişkin sınırlamalar ve toplu pazarlık hakkına ilişkin yokluk; başta Memur-Sen olmak üzere hemen hemen bütün emek örgütleri tarafından sürekli gündemde tutulmuştur. Bu noktada Memur-Sen’in hem içerik hem de üslup yönüyle farklı duruşuna özellikle vurgu yapmak istiyorum” ifadelerini kullandı.
Memur-Sen Toplu Sözleşme Hakkının Mimarı, Çözüm Odaklı Sendikacılığın Tek Temsilcisidir
Sendikal haklara ilişkin sınırlılıkları, gerginlik ve çatışma malzemesi yapmak yerine akademik çalışmalar, sahadan üretilen tepkiler, etkinlikler, sempozyumlar ve yargıya yapılan başvurularla Memur-Sen’in, hem sivil itaatsizlik hem de sivil inisiyatif noktasında sonuç alan hamleler ürettiğini kaydeden Yalçın, “Sözleşmeli ve geçici personelin sendika üyeliği, Askeri kurumlar ile emniyet hizmetlerinde görev yapan sivil memurların sendika üyeliği ve örgütlenme hakkının güvence altına alınması Memur-Sen’in akademik ve erdemli sendikacılığının ürünüdür. 2010 yılında yapılan anayasa değişikliği sürecinde, anayasa paketine toplu sözleşme hakkının eklenmesi büyük oranda Memur-Sen’e çabalarının ürünüdür. Referandum sürecinde de “Toplu Sözleşmeye de Toplumsal Sözleşmeye de Evet” kampanyasıyla, toplu sözleşme hakkının anayasal teminata ve dayanağa sahip olmasını sağlayan paketin millet tarafından onaylanmasına katkı verdik” dedi.
Kamu görevlileri Vergi Mağduriyeti Yaşıyor
Yalçın sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Toplu sözleşme hakkına ilişkin anayasa değişikliği sonrasında 4688 sayılı kanunda daha kapsamlı ve daha tutarlı değişiklikler yapma fırsatı kullanılamadı. 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile kamu görevlileri sendikacılığında toplu sözleşme hakkı anayasal teminata kavuştu. Fakat ne yazık ki Anayasa değişikliği doğrultusunda 4688 sayılı Kanunda yapılan değişiklik bu teminatı gerçek anlamda hayata geçirecek bazı unsurlardan yoksun bir içerikle gerçekleşmiştir. Öncelikle, toplu sözleşmenin kapsamıyla ilgili sınırlama yapıldı. “Statü hukuku ile sözleşme düzeni arasında uyum sağlanması” gerekçesiyle toplu pazarlıkta sadece mali ve sosyal hakların kapsamda olacağı hükmüyle, toplu sözleşmenin düzenleyici etkisi kısıtlandı. Toplu sözleşmenin kapsamında sınırlama yapmak, toplu sözleşme masasına fazla sandalye koymak pazarlık hakkına müdahaledir. Peki, hangi haklar mali ve sosyal haktır? Buna ilişkin ne bir mevzuat hükmü ne de üzerinde mutlak uzlaşılan bir metin bulunuyor. Sendikal tarafın gerekçeleriyle birlikte mali ve sosyal hak olduğunu ortaya koyduğu haklar, Kamu İşvereni ya da ekonomi ve maliye bürokrasisi tarafından bu kapsamda değerlendirilmiyor. Bu yönüyle oluşan sıkıntının temelinde, kapsam sınırlaması yapma gereksizliği var. Çalışma şartlarını niçin toplu sözleşmenin kapsamında görmüyoruz! Mesela, Kamu görevlileri gelir vergisi konusunda açık ve hakkaniyete aykırı gelir vergisi mağduriyeti yaşıyor. Kamu İşvereni ben bu konuyu masada konuşmam diyor. Niye diye soruyoruz. Aldığımız cevap, vergi mali hak değil sorumluluk diyor. Toplu sözleşme hakkının kapsamına ilişkin kısıtlamanın alanını; Cuma Namazı izni, hac izni, helal gıdalı sertifikası, kadroya geçiş, izin hakları gibi kazanımlarla her toplu sözleşme döneminde biraz daha daraltıyoruz. Toplu sözleşmenin konu yönüyle kapsamını sınırlayan kanun koyucu irade, toplu sözleşme masasındaki muhatapları gerekçesiz bir şekilde genişletmiştir. Sözleşme konularında cimri davranan yasa, masanın öznelerinde cömert davranmıştır. Kamu görevlilerinin yetki vermediği konfederasyonları, toplu sözleşme görüşmelerine dahil etmiştir. Kendi muhalefeti ve rakipleri için masaya sandalye koymayan siyasi irade, yetkili konfederasyonun rakipleri için masaya ilave iki sandalye koymuştur. Bu şekildeki toplu sözleşme masası oluşturmak; yetki için akıtılan tere, kamu görevlilerinin yetkili örgütü belirleme iradesine saygı duymamaktır. Yanı sıra, sendika üyesi olan ile olmayan kamu görevlileri arasında “toplu sözleşme ikramiyesi” ile farklılık oluşturulurken, yetkili sendika üyesi ile diğer sendika üyeleri arasında herhangi bir fark oluşturulmadı. Bu anlamda, dayanışma aidatını ya da yetkili sendika üyelerine en az iki en fazla dört kat artırımlı toplu sözleşme ikramiyesi ödenmesi uygulamasını hayata geçirmeliyiz.”Toplu Sözleşme Sürecinin Yönetiminde Ve Masaya Sunulacak Tekliflerin Karşılıklı Verilmesinde Adil Yaklaşım Eksikliği Mutlaka Giderilmeli
Toplu Sözleşme masasına ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Yalçın, “Toplu sözleşme sürecine yönelik sıkıntılar kapsam ve yetki alanlarıyla sınırlı değil. Gerek toplu sözleşme takvimi gerekse toplu sözleşme sürecinin ve masanın yönetiminde de sorunlar var. Toplu sözleşme masasının gündemini oluşturacak teklifler noktasında açık bir eşitsizlik ve adaletsizlik var. Emek tarafı, tekliflerini toplu sözleşme görüşmelerinden önce Kamu İşverenine teslim etmek durumunda. Kamu İşvereni ise teklif sunma yükümlülüğünden istisna tutulmuş durumda. Emek örgütünün verdiği tekliflere evet ya da hayır demek ya da o teklifte eksiltme yapmak suretiyle bir karşı teklif sunma keyfiyetini kullanıyor. Eşitler arası pazarlık açısından bu anlaşılabilir ya da kabul edilebilir bir durum değil. Konfederasyon ve sendika, toplu sözleşme tekliflerini kamuoyuyla paylaşırken ve kamuoyu baskısına muhatap olmayı göze alırken, işveren tarafı ise ne yazık ki masadaki muhatabıyla paylaşmak için teklif dahi oluşturmuyor. Toplu sözleşme süreci ve takvim noktasında da, eşitler arası pazarlık noktasında da sıkıntılı bir durum söz konusudur. Toplamda 12 tüzel kişilikle pazarlık yapmayı gerektiren ve 12 toplu sözleşme metni oluşturulması anlamına gelen bir süreç için pazarlık noktasında 21-23 gün arası, itiraz noktasında ise 5 günlük bir takvim öngörülüyor. Yine mevcut yasa, yetkili konfederasyon ve sendikaların toplu sözleşme görüşmelerinden çekilmesi ya da görüşmelere katılmaması halinde, yetkiyi sahanın yetki vermediği örgütlere devrediyor. Böylece kamu görevlilerinin iradesi de onların yetki verdiği emek örgütlerinin yetkisi de kanunla gasp ediliyor. Diğer bir mesele de, pazarlık sürecinde emek tarafına büyük koz sağlayan grev hakkının ne anayasal ne de yasal zeminde kamu görevlileri sendikalarına tanınmaması. Grev hakkı mutlak bir hak olarak ve sınırsız bir kapsam olarak kamu görevlileri sendikacılığında olmalı mı tartışmalarına da ışık tutacak şekilde 4688 sayılı Kanuna yönelik değişiklik çalışmalarında mutlaka grev hakkı ana gündem maddesi olmalıdır. Toplu sözleşme süreciyle ilgili kanunun diğer bir handikabı da uzlaşmazlık halinde başvuru makamı olan Kamu Görevlileri Hakem Kurulunun yapısı, işleyişi ve itirazların inceleme içeriği sorunu. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun üye yapısı Kamu İşvereni lehinedir. Adı Hakem Kurulu olmasına karşın niteliği itibariyle Kamu İşvereninin Hakimiyet Kurulu görüntüsü ortaya çıkıyor. Başkanın ve akademisyen üyelerin mutlaka ya ilgili tarafların her birinin kendi iradesiyle ya da siyasi iradenin müdahalesinin olmayacağı başka bir yöntemle belirlenmesi gerekiyor.4688 sayılı Kanuna ve dayanağı olan Anayasa hükümlerine yönelik daha fazla eleştiri yapılabilir. Ancak, iki gün boyunca sürecek sempozyumda bu konular kapsamlı bir şekilde ifade edileceğinden detaylara girmem ve bütün meselleri ifade etmem yersiz.Şunu ifade etmekle iktifa edeyim: Yeni Türkiye’nin sivil alana yönelik yapacağı en büyük hamlelerden biri, kamu görevlileri sendikaları alanındaki sınırları ve yasakları kaldırmak olacaktır. Bu sempozyumun ülkemiz kamu görevlileri sendikacılığının mevzuat yönüyle sıkıntılarını, boşluklarını gidermede önemli bir işlev göreceği düşüncesindeyim. Ayrıca, sempozyumun, kamu görevlileri sendikacılığına yönelik literatür çalışması yapmada çok istekli davranmayan, makaleleri, raporları ve incelemeleriyle bu alana yön vermesini beklediğimiz üniversite camiasını sürece dahil olmaları noktasında etkili olacağına inanıyorum. Sempozyumda üst düzey bürokratlarının katkıların hem mevcut durumu doğru anlamak hem de geleceğe ilişkin çerçeveyi daha doğru veriler üzerinden kurgulamak noktasında yararlı olacağını düşünüyorum. Sempozyumda İLO sözleşmeleri bağlamında da ciddi veriler sunulacağını düşünerek, ortaya konacak görüşleri 2018 Uluslararası Çalışma Konferansında ilgili ve yetkililerle paylaşma imkanı yakalayacağız. Bu sempozyumun, kök referanslarımız ve evrensel ilkeler çerçevesinde emeğe, ücrete, sendikal haklara ilişkin kavramların, tanımların, kapsamların yeniden değerlendirilmesini mümkün kılacak yeni bir dil ve birikimin oluşmasını da tetikleyecektir. Dijital çağın sınırsız imkanlarıyla çeşitlenen ve makası giderek açan küresel kapitalist sistemin oluşturduğu kirli çarkın insanlığı hiç olmadığı kadar tehdit ettiği bir zeminde serdedilecek her fikir, paylaşılacak her önerinin insanlığın barış, huzur ve adalet arayışına katkı yapacağına, beyin teri olarak tarihte yerini alacağına inanıyorum” diye konuştu.
Yazıcı: Tecrübe Olarak Daha İyi Bir Noktadayız
Erdinç Yazıcı, sendikacılık üzerine ve programın detaylarına ilişkin bir konuşma gerçekleştirdi.
Türkiye’de kamu sendikacılığının gelişmekte olduğuna dikkat çeken Yazıcı, düne kıyasla tecrübe anlamında çok daha iyi bir durumda olunduğunu kaydetti.Yıldız: Yeni Kavramlar Üretmeliyiz
Hak-İş Genel Sekreteri Osman Yıldız da sendikacılıkta yenilenmenin, daha iyiyi aramanın mümkün olması için şablonlara sıkışmamak gerektiğini belirtti. Yıldız, kamu sendikacılığı üzerine sürekli arayışta olmanın önemine vurgu yaptı. Yıldız, “Sürekli araştırmalar yapmalı ve yeni kavramlar üretmeliyiz” diye konuştu.
Açış Programının Ardından Oturuma Geçildi
Sempozyum, açılış programının ardından "Dünya Çalışma Normları, Saygın İş ve Sendikacılık" konulu oturum ile sürdü. Oturumun panelistliğini Çalışma Genel Müdürü Nurcan Önder, Çalışma Hayatı Uzmanı Tarkan Zengin, Hak-İş Genel Sekreteri Osman Yıldız, Hırvatistan'dan sendikacı Sanja Sprem ve moderatör Doç. Dr. Erdinç Yazıcı yaptı.
Moderatör Doç. Dr. Erdinç Yazıcı, taşeron mevzunun çözülmesi, Türkiye sendikacılığına yeni bir hava getirecektir.
Hak-İş Genel Sekreteri Osman Yıldız, “Kamu reformunun geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Düzgün iş için denetim mekanizması geliştirilmeli” dedi.Çalışma Genel Müdürü Nurcan Önder, “Son derece adaletli bir sistem kurulmaya çalışılıyor. Mümkün olduğu kadar devlet bütçesinin de korunabileceği, buna rağmen de şartların sonununa dek zorlayabileceği şekliyle iyileştirmeleri ve eksiklikleri gidermeye çalışıyoruz” ifadelerini kullandı.
Toplu sözleşme sistematiğine eleştirler getiren Çalışma Hayatı Uzmanı Tarkan Zengin ise, sözleşme görüşmelerinin neden Ağustos ayına sıkıştırıldığı sorusunu sordu.
MATICA Konfederasyonunun Genel Koordinatörü ve Hırvatistan Öğretmenler Sendikasının Genel Başkanı Sanja Sprem ise Hırvatistan’daki sendikacılığa ilişkin notları, katılımcılarla paylaştı.Oturum, konuşmacılara plaket takdimi ile sona erdi.