8 Şubat tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 686 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ekinde yer alan listelerle 4 bin 464 kamu görevlisinin ihracına, 17 kamu görevlisinin ise göreve iadesine yönelik işlem yapıldı.8 Şubat tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 686 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ekinde yer alan listelerle 4 bin 464 kamu görevlisinin ihracına, 17 kamu görevlisinin ise göreve iadesine yönelik işlem yapıldı.
686 sayılı KHK’da da, daha önceki KHK’larda yer verilen “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ve ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır” hükmü ihraçların gerekçesi olarak gösterilmiştir.
Bununla birlikte, söz konusu KHK’nın ekinde yer alan listelerle ismine yer verilenler arasında yukarıda yer verilen hükümle ilişik kurulması imkânsız olduğu konusunda sosyal çevrelerinin ve toplumun farklı kesimlerinin uzlaştığı çok sayıda kamu görevlisinin yer aldığı görülmektedir. Konfederasyonumuza da bu doğrultuda yoğun bilgiler ve daha önce çok fazla ifade edilmeyen tepkiler ulaşmıştır. Ayrıca gerek konfederasyon gerekse konfederasyona bağlı sendikaların yönetim kurulları tarafından da şahsen tanınan hatta mücadele ortaklığı yapılan kamu görevlilerine bu listede yer verilmiştir. Maalesef daha önce yayınlanan KHK’lar sonrasında konfederasyon olarak ortaya koyduğumuz görüşler, eleştiriler, öneri ve hassasiyetler olması gerektiği ve beklediğimiz biçimde değerlendirilmemiş ve 686 sayılı KHK ile belirttiğimiz sorunlar daha da derinleşmiştir. Bunun en büyük göstergelerinden biri daha önce hiçbir ihraç listesine ve içeriğine yönelik oluşmayan tepkinin son KHK’ya yönelik olarak daha kapsamlı ve daha yüksek sesle ifade edilmesidir.
15 Temmuz darbe girişimi sonrası alınması gereken tedbirlerin ivedilikle ve etkili biçimde alınması, başta FETÖ olmak üzere terör örgütleriyle bağlantılı kişilerin kamudan tasfiyesi gibi amaçlarla ilan edilen OHAL ve bu kapsamda çıkarılan KHK’lar, toplumun büyük bölümü tarafından makul hukuk çevreleri tarafından da anayasaya ve hukukun gereği olarak kabul edilirken özellikle son KHK olmak üzere, ihraç listelerinde masum olduğu konusunda geniş kanaat bulunan kişilerin yer alması kaynaklı tereddütler artmaya başlamıştır.
15 Temmuz’dan bugüne kadar ihraç edilen 99 bin 284 kişiden 725 kamu görevlisi görevine iade edilmiş, açığa alınan kamu görevlilerinden yaklaşık 20 bini görevine iade edilirken 30 bin kamu görevlisinin görevden alınma durumu devam ediyor.
Hakkında ihraç işlemi yapılan kamu görevlileri ile görevine iade edilmeyi bekleyen kamu görevlileri arasında masumiyeti, millete sadakati ve terör ve terör örgütlerine tepkisi, 15 Temmuz sürecindeki millet odaklı duruşu herkesçe bilinenlerin varlığı ve küçümsenmeyecek fazlalığı; terörün, örgütlerin, bunlara destek olan irtibat ve iltisakı bulunanların kamudan tasfiyesine yönelik kamuoyu desteğinin mevcut düzeyini tehdit eder bir sonuç olarak karşımızda durmaktadır. Bu boyutuyla karşımızda duran bu sonucu ürettiği sorunlar ve çözüme yönelik öneriler çerçevesinde ortak akılla tartışmak durumundayız.
Kamu Vicdanını Yaralayan Bir Tablo Ortaya Çıkıyor
Gerek göreve döndürülen gerekse görevine iade edilen kamu görevlilerinin sayısı ve ihraç edilmesine ya da görevden uzaklaştırılmasına rağmen toplum tarafından masum olduğu kanaati bildirilen kamu görevlilerinin fazlalığı ile son dönemde buna dair tepkilerin artması kamu vicdanını yaralayan ve bu tür işlemlere dair kamuoyu desteğini azaltan bir tablonun ortaya çıktığını göstermektedir.
Bu tablonun daha net bir şekilde ortaya çıkmasını engellemek ve makul sürede bütünüyle ortadan kaldırmak en az terörün ve unsurlarının kamudan tasfiyesi kadar önemli görülmelidir.
Bu çerçevede ihraç ve iade listeleri hazırlanırken çok daha özenli, açığa alma ve göreve iade işlemlerinde de ön araştırma sürecinin daha kapsamlı ve daha hızlı yürütülmesi sağlanmalıdır. İhbarlar, itirafçı beyanları, kimi kurum amirlerinin ve bürokratların iddiaları esas alınarak ve başkaca araştırma yapmadan verilen kararlar, oluşturulan listeler, kitlesel hoşnutsuzluk üretme derdinde olanların ekmeğine yağ sürecek bir işlev görmektedir. Aynı zamanda sürece yönelik makul ve makbul değerlendirme yapan kesimler de bu türden hataların ve masumların mağdur etmeye yönelik bilinçli yanlışlıkların sonucu olarak daha kısık sesle konuşmak hatta hiç konuşmamak baskısını yaşamaktadır.
İhraç sebebinin, “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı” olması, bu iddia ve ithamlarla ihraç edilen/görevden alınanlar bakımından, üzerinden çıkarılması zor bir ihanet elbisesi üretmektedir. Bu kamu görevlileri görevlerine iade edilmeleri durumunda dahi “Hain, terörist, terör destekçisi, örgüt mensubu, FETÖ’cü, PKK’lı” gibi toplumun hemen bütününde tepki uyandıran ve kolay kolay silinmeyecek kötü sıfatlarla ilişkilendirilmeye devam etmektedir. Zira bunun örnekleri halen yaşanmakta, bunu yaşayan kamu görevlilerinin bir bölümünün de bu ağır travmanın bir sonucu olarak kendilerine zarar verdiği hatta intihar ettiği bilinmektedir. Oysa bunlar ağır ithamlardır ve bir kişinin bunlarla itham edilmesi ve ilişkilendirilmesi somut delillere ya da ekseriyetin kabul ettiği / ifade ettiği soyut kanaatlere dayandırılmalıdır.
Üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir başka konu: haklarında ihraç ya da görevden uzaklaştırma kararı verilen kamu görevlilerinin büyük bölümü hakkında ya ceza yargısı kapsamlı bir işlem hiç yapılmamış ya da yapılmış işlemler dava açılmasını gerektirmediği kararlarıyla sonlandırılmıştır. Bu durum özellikle cumhuriyet savcılıkları ve ihraç/uzaklaştırma/iade işlemlerini gerçekleştiren kamu kurumları ve bürokratları arasında etkili bilgi paylaşımı ve kararların birbiriyle ilişkisi noktasında henüz bir uygulama ağı oluşturulmadığını işaret etmektedir. Hukuken terör örgütleriyle ilişkisi bulunmadığına karar verilen kamu görevlileri idare tarafından aksi yönde bir kanaatle görevden ihraç edilmekte ya da uzaklaştırılmaktadır.
Kaldı ki hukuk sistemi yanında toplumun genelinin benimsediği inanç değerleri masumun hukukunu korumayı ve delillendirilmeyen / genel kabul görmeyen isnatlarla insanlar hakkında işlem yapmama esasını kabul eder.
Bunlar gözetilerek, titiz araştırmalar yapılmadan, ilgilinin sosyal çevresiyle ilişkili olduğu sivil toplum kuruluşlarının yetkilileriyle temas etmeden alınan ihraç ve açığa alma kararları tartışma üretmekte ve son derece vahim sonuçlar doğurmak suretiyle hem kişilerin hem de toplumun zarar görmesine/tepki vermesine gerekçe oluşturmaktadır.
Bu tür zararların oluşmasına ve tepkilerin gelişmesine gerekçe oluşturan iş ve işlem sürecine dair birkaç hususu aşağıdaki içerikle ifade edebiliriz:
Merkez ve taşra teşkilatı birimlerinde yetki ve sorumluluk sahibi muhteris kişiler ve hatta çevreler, rakip olarak gördüğü ya da kişisel veya fikri sorunlar yaşadığı kamu görevlilerini tasfiye etmek için KHK ve eki listeleri fırsat olarak görmekte ve kullanmaktadır.
Terör örgütleriyle ilişkili veya başkaca çevreler ve kişiler, kendilerine karşı direnç geliştiren, toplumsal bilincin ve tavrın oluşmasını sağlayan kamu görevlilerini, bu meyanda etkili sivil toplum kuruluşlarının bölge, il, ilçe vb. düzeydeki yöneticilerini ya da kuruluş bünyesinde yüksek saygınlığı bulunan kamu görevlilerine karakter suikastı aparatı olarak KHK ve ekli listeleri fırsat olarak görmekte, bu amaçla şikâyet, ihbar, sahte delil üretme odaklı bir ilişkiler zinciri oluşturmaktadır. Bunun sonucunda amaca ulaşılırsa hedef alınan kişi sayısı artırılmakta, hedef için kullanılan yöntemler derinleştirilmektedir.
Merkez ve taşra teşkilatlarında, özellikle de valiliklerde ihraç ve açığa alma noktasında hızlı işlem tesis edilirken, göreve dönme/göreve başlatma noktasında ise aynı hızda davranılmamakta, sözlü olarak mağdur olduğu kabul edilen kişiler idari ve hukuki açıdan hain damgasıyla yaşamaya devam etmek durumunda bırakılmaktadır. Böylesi durumlarda intihar ya da üçüncü şahıslara zarar vermek gibi farklı insani ve sosyal yaralar oluşmaktadır. (Eğitim Bir-Sen üyesi öğretmenin, Çorum valiliği tarafından göreve döndürülme işleminin yapılmaması nedeniyle intihar etmesi gibi)
Bütün bu dağınıklık ve mağduriyetler, açığa alınan veya ihraç edilenlerin sayısının büyüklüğü nedeniyle toplumun tamamına şamil bir hoşnutsuzluğu üretmekte, sapla saman birbirine karışmakta, masumlar mağdur olduğu gibi suçlular konusunda da bu mağduriyetler nedeniyle kafa karışıklığı oluşmakta, böylece o kişiler de mağdur görüntüsüne bürünebilmektedir.
Açığa alınma ve ihraç işlemlerinde mağdur edilen masumların büyük bölümünün mütedeyyin kesimlerin içinde yer alan kamu görevlileri olması ve yine büyük bir bölümünün toplum üzerinde etkisi ve toplum nezdinde büyük saygınlığı bulunan sivil toplum kuruluşlarının üyesi, yöneticisi ve gönüllüsü olması bilinçli bir faaliyetin bilinmeyen bir kimlikler/yapılar tarafından yürütüldüğü tereddüdü oluşturmaktadır. Bu kişiler hakkında tesis edilen işlemler sonrasında belli kesimlere ait medya organları eliyle yapılan haberler ve yorumlar, hedefin bu kamu görevlileri üzerinden sivil toplum örgütleriyle gönüllü kuruluşların hedef alındığı, zayıflatılması ve içinin boşaltılması ile ilgili çalışma yapıldığı kuşkusunu doğrular boyuta ulaşmıştır.
Mağdur üreten bu işleyişin engellenmemesi ve daha da büyümekte olan bu olumsuz tablonun değişmemesi durumunda terörle mücadelede zafiyet oluşma ve kamuoyu desteğini kaybetme riski artacaktır/artmaktadır. Bunun yanında devlete ve millete bağlı kitlenin, kuruluşların ve insanların terörle mücadelede ikamesi olmayan katkılarını kaybetme tehlikesi de oluşmaktadır. Böylece, terör örgütlerinin devlet içindeki uzantıları, kötü niyetli çevreler ve terör yandaşları süreci zehirleyecekleri bir vasata sahip olurken, terör karşıtı kitleler mücadeleye destek için gereken makul vasattan yoksun bırakılmaktadır. Bu mevcut durumdan daha sıkıntılı bir süreci oluşturmak isteyenlerin işini kolaylaştıracak, motivasyonunu artıracaktır.
Sayın Cumhurbaşkanının da daha önce ifade etikleri üzere, “At izinin it izine karıştığı” bir tablo oluşmakta ve bu tablo giderek ağırlaşmaktadır. Bu tablonun sebebi bir yandan kimi bürokrat ve devlet görevlilerinin ikbal hesapları, makam hırsları, kişisel kin ve hesaplaşma istekleri olduğu gibi diğer yandan kötü niyetli çevrelerin ve kripto olarak adlandırılan kendisini gizlemiş örgüt üyelerinin ayak oyunları olduğu bilinmektedir.
Ancak bütün bunlara yol açan esas problem, sürecin “Önce tedbiren açığa al/ihraç et, sonra masumsa iade et” şeklindeki işleyiş biçiminin manipülasyon ve istismara açık olmasıdır.
İvedilikle Önlem Alınması Gereken Hususlar
Bunun önüne geçmek için;
Her şeyden önce manipülasyon, istismar ve yüksek oranda hataya yol açan ihraç ve açığa alma yöntemi acilen değiştirilmeli, bu işlemler için somut kriterler belirlenmelidir. İhraç ve açığa alma kararlarından önce titiz ve detaylı bir araştırma yapılmalıdır.
Ayrıca haklarındaki iddia ve ihbarların asılsız olduğu belirlenen kişilerle ilgili, bu asılsız ihbarda ve girişimde bulunanlar hakkında soruşturmanın yapılması keyfi ihbar ve iddiaların önüne geçebilir.
İhraç kararı verilmeden önce, haklarında iddia, ihbar ve istihbarat bilgisi bulunan kişilerle ilgili titiz araştırma ve soruşturmaların gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Daha önce de Konfederasyonumuza bağlı Eğitim-Bir-Sen tarafından yapılan açıklamada ifade edildiği gibi, haklarında işlem tesis edilen kişilere somut olarak hangi fiil veya davranışı sebebiyle bu türden bir işlem uygulandığının, hangi fiilinin sabit görüldüğünün işlemle birlikte olmasa bile sürecin uygun bir bölümünde ilgililerine bildirilmesi gerekmektedir.
Özellikle Bylock gibi, istismara açık kriterler konusunda daha titiz davranılmalı, istismar sonucu mağdur edilenlerle istismar ederek mağdur edenler arasındaki ayrımın çok dikkatli ve özenli bir şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Sonuç Yerine
Gelinen süreçte, “Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu” kurulmuş fakat henüz üyeleri belirlenmemiştir. Buna bağlı olarak da incelemeye esas başvuru süreci de başlatılamamıştır. Bu noktada kurulun üyelerinin belirlenerek başvuruları alma işlemlerinin ivedilikle başlatılması son derece önemlidir. Kurul, görevden alma ve ihraçlarla ilgili itirazları detaylı bir şekilde değerlendirerek ivedilikle mağduriyetleri giderecek, masumların net bir şekilde tespitini sağlayacak karar üretme işlevini yerine getirmelidir.
Bizler Memur-Sen Konfederasyonu olarak daha önce de bu konulara dikkati çeken açıklamalar yapmış ve hükümet yetkilileriyle yüz yüze görüşmelerimizde işleyen süreçle ilgili endişe ve kaygılarımızı dile getirmiştik. Gelinen nokta, bizim endişe ve kaygılarımızı haklı çıkaran bir fotoğraf sunmaktadır.
Referandum sürecine girdiğimiz bir ortamda, süreci manipüle ettiğine inandığımız kripto kişilerce adeta EVET’i zayıflatan, HAYIR’a güç katan bir hoşnutsuzluk tablosu üretilmeye çalışılmaktadır. 15 Temmuz’da tanklarla uçaklarla ulaşamadıkları amaçlarına, KHK listelerine sızarak ulaşmaya çalışmaktadırlar. Görülen o ki referandum sürecinde ciddi bir tuzakla karşı karşıyayız. Bu nedenle hükümet tarafından bu gidişata dur diyecek radikal bir müdahalede bulunulmasının gerekli olduğu inancındayız.
Genel Başkanımız Sayın Ali Yalçın’ın son KHK hakkında sosyal medyada yaptığı açıklamalar bu konudaki hassasiyet, risk ve tedbirleri açıkça ortaya koymaktadır.
Bizler, terör örgütleriyle en etkili mücadelenin verilmesinden yanayız. Lakin bu mücadele sırasında yapılan hatalardan dolayı ortaya çıkacak sosyal maliyetin de iyi hesaplanması gerektiğini, aksi takdirde terörü tersinden besleyecek bir toplumsal hoşnutsuzluk kapısının aralanacağını düşünüyoruz.
Ayrıca, bu hususta yaşanan mağduriyetleri salt kendi üyelerimiz ve dünya görüşünde ortaklaştığımız kişiler bağlamında değil, inancına ve siyasi eğilimine bakmaksızın kişilerin insan hakları ve hukuku üzerinden adaleti ayakta tutma ve şahitlik saikıyla dile getiriyoruz.
Genel başkanımızın da ifade ettiği üzere, bütün gayretimiz; 15 Temmuz Zaferimizin çalınmaması, bir kişinin bile mazlumken mağdur olmaması, mücadelenin sulandırılarak tersten bir kumpasa dönüştürülmemesidir.
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” şiarıyla hareket etmeyi ilke edinen hükümetin, insanların bu boyutlarda mağduriyetini görmezden gelmeyeceğine inanıyoruz. Bu çerçevede en kısa zamanda bu sürece bu yönüyle müdahil olmalı, bürokratik yapının ürettiği sorunlu işleyişi ve iyi niyetli olmayan kişi ve kesimler kaynaklı işlemleri durduracak / sona erdirecek bir kararlılığın gösterileceğini düşünüyoruz.
Bu gönderiye henüz kimse yorum yapmadı