Ortadoğu, Kudüs ve Müslümanlar; ağır ve zor bir imtihandan geçmektedir. Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması; yüzyıllardır ustaca planlanan, devlet politikası haline getirilerek nesilden nesle aktarılan, dünya savaşlarıyla da taçlandırılan kin ve intikamın ortaya çıkışıdır.
Ekonomik, siyasi ve dini açıdan incelendiğinde en sakin ve en istikrarlı olması gereken coğrafya Ortadoğu’dur. Çünkü dinlerin ve uygarlıkların kavşak noktası olmuş, uzun süre tek devletin sancağı altında yaşamış, zengin yer altı kaynaklarına sahip bir coğrafya idi. Kendi kaderine bırakılamayacak kadar değerli idi. Güçlü bir Ortadoğu; emperyalizmin, zulmün, dehşet ve korkunun can damarlarını kesmiş olurdu. Müslümanların elindeki kutsal topraklar üzerinde askeri, siyasi ve ekonomik ambargo kurularak arkasına sığındıkları yalan: Arz-ı Mevud yani vadedilmiş kutsal topraklar. İşte bu ütopyanın ürünüdür: Ortadoğu’da bir İsrail devleti kurmak, kadim şehir Kudüs’ü onun başkenti yapmak, bu düşüncenin ürünüdür Merhum Sultan Abdülhamid’i tahttan indirmeye çalışmak. Son günlerde ise Trump’ın koltuğunu koruma, Netenyahu’nun yolsuzluklarını kapatma çabalarıdır Kudüs’ü başkent ilan etme.
İsrail, açgözlü ve vahşi emperyalist düzenin Müslüman dünyasının can evinde yaktığı ateştir. Körük ABD’nin elindedir. İslam düşmanlığı, alevler ne kadar güçlü olursa ne kadar Müslüman kadın, çocuk öldürülürse, Mescid-Aksa ne kadar tahrip edilirse, dünyanın en sakin ve en mamur olması gereken topraklar ne kadar karıştırılırsa o kadar yaşayacaktır. Bu mesele Kudüs’ü başkent yapma meselesi değildir. Bu mesele İslam- Batı meselesi, İslam düşmanlığıdır. Ortadoğu petrol ve yer altı zenginlikleriyle, kültürel mirasıyla tüm ihtişamıyla Müslümanların elindeyken günlük planlar değil yüzyıllık planlar yapılmıştır oradaki mazlumlar için.
İnsanlık adına, demokrasi adına çıkarılan her savaş, petrol kaynakları elde tutmak uğrunadır. Ne kadar çok karışıklık o kadar petrol. Ne kadar çok karışıklık ve savaş, o kadar çok silah satışı, o kadar çok İslam karşıtlığı. İşte dünya emperyalizminin Arz-ı Mevud’u budur. Emperyalist güçlerle özellikle de ABD ile hesaplaşmaktır, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olmadığını söylemek. Kudüs bir kaledir, düşmemelidir, İsrail’e teslim edilmemelidir. Çünkü Kudüs; yeryüzündeki bütün Müslümanların şehri, son hak dini olan İslam’ın Arz-ı Mevud’udur. Çünkü Kudüs; yeryüzündeki bütün Müslümanların ilk kıblesidir. Mekke, Medine ne anlam ifade ediyorsa Kudüs de aynı anlamı ifade etmektedir. Kimlikleri devlet adı değil İslam’dır. Kudüs’ü kaybetmek, inancımızı kaybetmektir. Kudüs’ü kaybetmek sömürüye boyun eğmektir, her türlü zulmü ayakta alkışlamaktır. Büyük şair Nuri PAKDİL ne güzel anlatıyor yaşananları:
“Konuşma sırası geldi mi bana anne
Ortadoğu çocuğu değil miyim anne
düşünüyorum o halde savaşacağım anne
Damarlarım uzadı
ak bir kımıltı kapladı petrol damarlarını
ülkem boru
Savaş benim arkadaşım anne
durmadan mukavemet anıtları dikiyoruz
her santimetre karesine Ortadoğu’nun
Bölünemez Ortadoğu sınır taşlarıyla
Çoğuz biz anne”
Müslümanlar çok olmalılar. Çünkü Kudüs, özgürlük ile esaret arasındaki ince çizgidir. Kudüs, gücün kimde olduğunun sembolüdür. Müslüman dünyası; bir olmalıdır, birlik olmalıdır. İşte bu yüzden önemlidir “dünya beşten büyüktür.” cümlesi. İşte bu yüzden yapılmalıydı İslam İşbirliği Teşkilatı Toplantısı. İslam dünyası aldığı kararla, çok olduğunu, sınır taşlarıyla, parayla, zülüm ve tehditle bölünmeyeceğini ABD’ye göstermiştir. BM de yapılan zulümlere, dökülen kanlara, öldürülen çocuklara olmasa da ABD’nin para ve tehditle tüm dünyaya hükmetmesine nihayet karşı çıkmıştır. Çünkü bu kez tehdit altında olan Müslümanlar değil kendileriydi.
BM’nin ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın aldığı kararların karşılığı var mıdır politika açısından. Olmayabilir ama ortada bir zafer, ortada bir umut ışığı vardır. Gerçekler vardır. Çok olma, birlik olma adımları vardır. Bu adımları başlatan, tarihi misyonu sırtlanan bir Türkiye vardır. Kudüs’e sahip çıkmak, tarihimizin mirasına sahip çıkmaktır. Ülke olarak yaptıklarımız, ABD ve dünya emperyalizminin Ortadoğu’da yaktığı ateşe su dökmektir. Necip Fazıl’ın dizeleriyle “ Surda bir gedik açmaktır, mukaddes mi mukaddes.”
Müslüman topraklarında, kahpe rüzgarlar artık istediği gibi fütursuzca esemeyecektir. Kırdığımız ve kıracağımız tüm ihanet kelepçeleri için, daha güçlü ve büyük bir Müslüman dünyası için yazımı, dualarımla Erdem BAYAZIT’ın şu anlamlı dizeleriyle bitirmek istiyorum:
“Evet bir hançer ağacı gibi büyüyor içimde acı
Dağlardan bir dağ gibi kabaran yüreğimde.
Kargaların sırtlanlarla anlaştığı bir günde
Bir yabancı fırtınaya tutulan yapraklarım
Kudüs’te Mescid-i Aksa’da
Belki bir batı karanlığında Topkapı’da
Yangına uğramışsa
Duymaz olmuşsa kulaklarım göklerin muştu sesini
Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini”