24 Mayıs’ta Bingöl’de 33 silahsız erin şehit edilmesi, 2 Temmuz’da Madımak’ta 33 vatandaşımızın katledilmesi ve 5 Temmuz’da Başbağlar’da 33 vatandaşımızın kurşuna dizilmesi. 1993 yılında yaşanan bu üç olay, hiç şüphesiz özellikle örtülü darbe zemini için nasıl kanlı bir çalışma yapıldığını göstermesi bakımından önem arzediyor.
Tüm bu kanlı planlarda hedef, Türkiye’nin en büyük gücü olan bin yıllık birlikte yaşama iradesini etnik ve inanç farklılıkları üzerinden parçalamaktır. Hedef, topyekûn Anadolu insanıdır.
Her üç olayı tam anlamıyla çözümleyebilmek için, o dönemde “Yeni Dünya Sistemi” olarak kavramsallaştırılan ve halen etkisini yoğun bir şekilde sürdüren ve adına “yaratıcı yıkım” denilen sosyal mühendislik projesini ve buna karşı Türkiye’nin tarihinden kaynaklanan imkânlarını iyi anlamak gerekiyor. Söz konusu projenin en büyük stratejik ayağı da “şok doktrinidir”
“Yeni Dünya Düzeninin” en büyük hedefi, toplumları parçalayıp toza dönüştürerek, itiraz kudretinden yoksun bir yığın haline getirmektir. Türkiye gibi, geçmişi ve kültürüyle bu sisteme karşı alternatif oluşturabilecek ülkelerin de en basit haliyle kontrol altına alınması için, yukarıda bahsettiğimiz olaylara benzer birçok olay yaşadığını hep birlikte şahit olduk. 2016 yılı içinde yaşadığımız 15 Temmuz işgal girişiminin öncesi ve sonrasındaki terör olaylarını da bu perspektiften değerlendirmek gerekir.
Eğer vaziyetin bu minval üzerinde seyrettiğine ilişkin bir mutabakat sağlamışsak, sorunun çözümü üzerinde de, o günden bu güne oluşturulmak istenilen ve bizce yapay bir zeminde seyreden sosyolojik hesaplaşmayı da sonlandırmış oluruz.
Bir sosyal mühendislik projesi olan bu katliamların nedeni anlaşılırsa, Türkiye’nin birlik ve beraberliğe olan ihtiyacı, bu birliğin toplum olarak bizleri hangi badirelerden koruyacağı daha net anlaşılacaktır.
Eğer hak ve hakikat noktasında birliğimizi korursak, bugün hala vicdanlarımızı kanatan ve fakat bir şekilde üzeri örtülmeye çalışan olayların gerçek yüzüne de vakıf olur, toplumsal tesanütümüzü de güçlendirmiş oluruz.
Büyük Memur-Sen ailesi olarak, o günden bugüne acısı hiç sönmeyen Madımak ve Başbağlar’ın insanlarımızın nezdinde oluşmuş “arkadaki failler aynı” kanaatinden hareketle, hukuki perspektiften de olayın aydınlatılması ve milletimizle paylaşılmasını istiyoruz.
Bu vesileyle de diyoruz ki, “Her iki acı da hepimizin. Hiç kimse, bu acıları ayrıştırarak, kendi ideolojik hanesine yazmasın”