İHANETİN TARİHÇESİ
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve 15 Temmuz 2016 tarihleri, demokrasi tarihimizin utanç tarihleridir. Milli iradenin yerle yeksan edildiği, Batı emperyalizminin 19. Yüzyılda “hasta adam” ilan ettiği ve bir türlü yenemediği Osmanlıyı devirmeye azmettiği tarihlerdir. Batının bu ideolojisi aslında bizim tarihimizde Tanzimat’la başlar. Yenilik adı altında tanzim edilmeye çalışılan toplumumuzda Batıcılık sadece bir grup aydının(!) Batı hayranlığından öteye gidememiş, yenilik bilim ve fende değil yaşam şeklimizde, gelenek ve göreneklerimizde, sosyal yaşantımızda, dilimizde olmuştur. Emperyalist güçler, deviremedikleri hasta adamı, bizi biz yapan değerlerimizle oynayarak yıkmaya çalışmışlardır. Özetle biz batılılaşmayı yanlış anlayıp uygularken onlar da düzenlerini kurmuşlardır. Osmanlının haçlı zihniyetiyle ağır imtihanıdır Tanzimat ve Meşrutiyet. Üstelik de bu imtihanın hocaları bizim aydınlarımız, bizim insanlarımızdı. Her ideoloji kendi insanını yaratır önce. Yaşadığımız bu coğrafyada oynanan kirli oyunlarda ideolojileri için bizden birilerini kullanacaklardı çünkü başka türlüsü mümkün değildi. Her şeyi tamamdı bu kirli oyunların: İdeolojileri, dava adamları ve eylemleri. İlk eylem Birinci Dünya Savaşı. Başarılı olamadılar çünkü Çanakkale’yi hesaplayamamışlardı. Koca Seyitleri bilemedi, hiç anlayamadı Batının çürümüş, insanlıktan uzak materyalist zihniyeti. Anlayamadılar ama pes etmediler. 27 Mayıs 1960’da milli iradenin hâkim olduğu, köylünün milletin efendisi olduğu, demokratik yılları sona erdirmek için yine iş başındaydılar. Askeri vesayet Adnan Menderes’i ve iki bakanı darağacında sallandırırken katletti demokrasiyi. İmtihanın adı: Darbe…
27 Mayıs Muhtırasının son cümlesi şudur: “Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO ve CENTO’ya inanıyoruz ve bağlıyız. Düşüncemiz yurtta sulh ve cihanda sulhtur.” Buna göre karşı çıkılan milli iradenin varlığıdır. Kimin sulhu olduğu aşikârdır. Aynı zihniyet mütemadiyen 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat tarihlerinde devam etmiştir. Sıcak savaşın azaldığı dünya düzeninde bu coğrafyayı karıştırmanın adı darbe olmuştur, kader midir? Cevabı 15 Temmuz’da halk tarafından verilecektir.
Hasta adam ölmeliydi; ama neden her seferinde ayağa kalkıyordu? Hâlbuki ideolojileri, bu ideolojileri uygulayan, inanmış bizden olan dava adamları ve eylemleri hep hazırdı. Hep içimizdeydiler, hep içimizdeler… Neyi hesaplayamıyorlardı?
Her seferinde hesaplayamadıkları, yalnızca Hakka tapan insanların iman dolu göğüsleriydi… Hesaplayamadıkları; canını, cananını bütün varını vatanı için seve seve veren inanmış insanların bu coğrafyada yaşamaya devam ettikleriydi. Oysa bu coğrafyaya ne nifak tohumları ekilmişti dağılalım, bir, beraber ve diri olmayalım diye.
Vazgeçmediklerini bir kez daha gördük 15 Temmuz gecesinde. İmtihanın ve ihanetin adı: FETÖ ve darbe. Bu kez neredeyse kırk yıllık bir macera sinsi ve derinden. Bu kez oyun daha kirli ve daha acımasız. Biz Çanakkale’de, biz Anafartalar’da, biz Sakarya’da sırt sırta verip düşmana boyun eğmemiş; gerektiğinde düşman askerine su vermiş bir milletin çocuklarıyız. Biz o gece sırtımızı yasladığımızı sandığımız, kalpleri ve beyinleri kiralanmış bizden birileri tarafından sırtımızdan bıçaklandık. Sözde bizim askerimiz(!) bize ateş açtı. Semalarımızda gururla seyrettiğimiz uçaklarımız bize, bizim meclisimize, bizim güvenlik güçlerimize, kendi kardeşine bomba yağdırdı. İnanamadık önce, sonra yanımızda yürüyen kardeşimiz yerde can verdiğinde önce yüreğimize ateş düştü.
15 Temmuz Muhtırasının da cümleleri tanıdıktı: “Yurtta Sulh Konseyi, BM, NATO ve diğer tüm kuruluşlarla oluşturduğu yükümlülükleri yerine getirecek her türlü tedbiri almıştır.”Sonuç, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte bu halk, büyük bir direniş göstererek Milli İradesine sahip çıktı.Yeni dünya düzeninin hesabı yine Anadolu’ya uymamıştı. Hesap yine tutmamıştı. Çünkü yine anlayamadılar Ömer Halis Demirleri, Abdullah Tayyip Olçokları, Ayşe Aykaçları…
Hesaplayamadılar, bu milletin kendi iradesine saygı duyana, kendisini baç tacı yapana sahip çıktığını. Bir tarafta garbın çelik zırhlı duvarları, öbür tarafta iman dolu etten kemikten duvarlar…
Kader mi? Değil, bu milletin kaderi darbeler ve terör değil. Cevabını tüm dünyaya verdi bu millet o gece. İnancın erleri o gece ayağa kalktı, cehenneme çevrilmek istenen bu yurdu gül bahçesine çevirdi 16 Temmuz sabahında.
15 Temmuz gecesinde bu vatan için üzerine yağan kurşunlara aldırmadan abdestini alıp evden dönmemek üzere çıkan, görevinin başında vatanını her şeyden üstün tutarak can veren 250 şehidimiz ruhları şad, mekânları cennet olsun. Bayındır Memur-Sen olarak yürüttüğümüz onurlu mücadelede ülkemizde oynanmak istenen kirli oyunların karşısında dimdik saf tutmaktayız ve tutmaya devam edeceğiz. 15 Temmuz gecesinde, vatanını bir avuç haine teslim etmeyen insanların halet-i ruhiyesini anlatan Sezai KARAKOÇ’unşiiriyle bitirmek istiyorum. Allah yar ve yardımcınız olsun.
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar mademki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.
Bayındır Memur-Sen Genel Başkanı
Soner Can Tufanoğlu
Bu gönderiye henüz kimse yorum yapmadı